5 Haziran 2012 Salı

ADALARIN GENEL TARİHİ ve MİMARİSİ



İstanbul Adalarının tarihine ait Bizans öncesinden pek az bilgi vardır. Bunlar Thimkus, Artemiones gibi antik çağ yazarlarının eserlerinde bulunur. Adaların  bilinen tarihi, Bizans ile başlar,  Batı ve Doğu Roma İmparatorluklarının ayrılması ve Hıristiyanlığın giderek yayılması ile adalarda kalımlara manastırlarla başlanır.
            Batı kaynaklarında Adalara verilen Prens Adaları adı, Doğu Roma İmparatorluğu devrinde, imparator ailesinden birçok şahsın buraya sürgün edilerek, manastırlarda hapsedilmiş olmalarından gelmektedir. Adalar, sayısız trajedilerin yaşandığı yerlerdir. Bizans tarihçileri bu manastırlardan ancak 8.yy dan dan itibaren söz etmeye başlarlar.
            Latinler İstanbul’a geldikleri zaman ( 1204 ), Venedik dükü Dandola, Latinleri Adaları yağma etmeye  kışkırttı. Ancak, Latinler  Adalara saldırmadılar. Adalar, 1302’de Eğriboz ve Girit korsanlarının saldırısına uğradı. Türkler’ in Adalara gelişleri, Bizans İmparatoru Manuel Paleologos dönemine rastlar. 1412’de Musa Çelebi ile  İmparator Manuel arasında  Yassıada yakınlarında yapılan deniz savaşı, Adaları  etkiledi.
            Osmanlı devrinde Adalar’a, Akdeniz iklimi altında yaygın bulunan, kızıl toprakların rengiyle ilgili olarak Kızıladalar deniliyordu.
            Aristoteles, Adalardan “ Kadıköy’ün Adaları” diye söz etmiş, Thomas Allom, “Ruh Adaları”, ünlü tarihçi Hammer, “Evliya Adaları”, Deiher de benzer bir yaklaşımla ‘Keşiş Adaları’ diye adlandırmış. Scarlatos Byzantios, ‘ Bahtiyar Adaları’  Bizanslılar ‘Papaz Adaları’, Grekler de ‘Devler Adaları’ demişlerdir.
            Adaların en eski adlarından biri de ‘Cin Adaları’dır. Bazı kaynaklarda coğrafi konumlarından ötürü ‘Halka Adaları’ denmiştir. Adaların , Batılılarca benimsenen ve yaygın olarak bilinen adı ‘ Prens Adaları’dır. Diğer tarihsel bir adı da ‘Pityusa’dır. Bugün, “Adalar”   veya İstanbul Adaları adı kullanılır. Reşat Ekrem Koçu’nun  Adaların trajik tarihini yorumlayışı  ilginç ve çarpıcıdır.
            Adalar, Osmanlı İmparatorluğu döneminde 19. Yüzyıl ortalarına kadar kendi haline terk edilmiş, 1839 Tanzimat Fermanı ile yabancılara mülk edinme olanağı tanıyan yasal düzenleme sonunda hızla gelişme sürecine girmiştir. İlk kez Fransızlar Adaları sayfiye yeri olarak seçmişler, Türklerin yerleşmesi  daha sonra gerçekleşmiştir.           
            Adalar’ın giderek önem kazanmasına neden olan bir diğer gelişme, Adalar’la İstanbul ve Kadıköy arasında 1846’dan itibaren düzenli vapur seferlerinin başlatılması olmuştur.
            Bu gelişme sonunda İstanbul’da kurulan ilk üç belediye  dairesinden biri, Yedinci  Daire diye anılan Adalar Belediyesi olmuştur. ( 1861 )
            Şemsettin Sami, 19. Yy  sonlarının Adalarını şöyle anlatır. “Şehremaneti’ne bağlı bir kazadır. Dokuz adadan oluşur. Büyükada (Bey Adası ), Heybeliada, Burgazada, Kınalıada ve Sedef adalarında  yerleşim vardır. Sivriada ( Hayırsız ), Yassıada, Tavşanadası ve Kaşıkadası ( pembeada )

  


Adalar’ın Tarihteki Anılan İsimleri
         Büyükada       Prinkipo                    Kaşıkadası     Pitye (Pita)
         Heybeliada     Halky                         Sedefadası     Terevintos
         Burgazada      Antigoni                   Tavşanadası   Miyandros
          Kınalıada        Proti                          Yassıada        Plati
          Sivriada         Oxis

Adalar Mimarisi :
            Adalar’da yerleşmeler genellikle doğu, kuzey, batı yelpazesi içindeki yamaçlardadır. Dönemin sivil mimari örneği olan ev, konak ve köşklerin çoğu, xıx. yy’ın ikinci yarısından başlayarak Adalar’a yerleşenlerce  yaptırılmıştır.
            Lale Devri’nde güzel sanatlarda görülen batı eğilimi xıx. yy’da batılılaşma sürecinin hızlanmasıyla mimariyi de yoğun biçimde etkilemiştir. Bu etkilenme sivil mimariyi de kapsayarak ahşap ev, köşk ve konaklara da yansımıştır.
            Batı eğilimli üslupların kimisi yalın, kimileri de birbiriyle karışmış olarak Ada evlerinde de görülmektedir. Adalar’da o dönemde tüm dünyaya egemen olan seçmeci (eklektik), Neo-Barok, Neo-Gotik, Neo-Grek, Ampir ve Neo-Klasik üsluplar yanında Anglo- Sakson karakteri yansıtan ahşap, sütunlu (koloniyal) konak ve köşkler de yapılmıştır.
            Osmanlı’nın  son döneminde, İstanbul’da olduğu gibi Adalar’da da çoğunluğu yabancı (özellikle İtalyan kökenli) mimarlar ile,  Rum ve Ermeni kökenli mimar ve kalfalar çalışmıştır. Ada evleri de, o dönem İstanbul evlerinin bu genel ve ortak üslup özelliklerini yansıtır. Kimi köşkler de yaptıranın özel beğenilerine göre biçimlenmiştir. Böylece, o dönemin yaygın üsluplarına, İngiliz,mimarisinden esinlenmiş, Büyükada Çankaya Caddesinde ki kırmızı tuğlalı ve kuleli Mizzi Evi ile Nizam Köprüsü mevkiindeki kırmızı tuğlalı İngiliz Johns’un evi (şimdi sıvanmıştır) gibi konak ve köşkler de katılmıştır.
            Köşkler genellikle bahçe içinde 2-3, bazıları  3-4 katlıdır. Üst katlarda açık ya da kapalı çıkmalar, zengin balkonlar bulunur. Yerleşimin yoğun olduğu kesimlerde ise tek ya da iki katlı, bitişik nizam, kimi çıkmalı, kimi yalın, küçük, gösterişsiz, geleneksel Türk evi planında yapılara da rastlanmaktadır.



*Daha geniş bilgiye http://www.adalar.gov.tr adresinden ulaşabilirsiniz.

HACOPULO KÖŞKÜ


Hacopulo evi (1980).
(Kaynak: Tarih Boyunca İstanbul Adaları)



Çankaya Caddesinde (Nizam) 10527 m2'lik bir alanda yeralan 44 numaralı üç katlı görkemli ahşap köşk, evvelce geniş bahçeli kârgir iki haneli (eklentiler), motor ve hamamlı olarak Bayan Ermione adı­na kayıtlı iken, sonradan İstanbul'un ta­nınmış Rum zenginlerinden Kirvako HaCopulos'un mülkiyetine girmiştir.
Hacopulos'un ülkeyi terketmesi üzerine Hazineye intikal eden köşk, Murat Pinyatoğlu tarafından satın alınmıştır Ancak I. Dünya Savaşı'ndan sonra tekrar hazi­neye geçen köşk, İstanbul'un işgali yılla­rında kiraya verilerek «Büyük Emperyal Oteli» adı ile otel olarak kullanılmıştır (1919-1923). Cumhuriyet'in ilânından so­ra,  Hükümet  Konağı  haline  getirilen (1927) yapı, büyük bir bahçe ortasındadır. Demir parmaklıklı bahçe kapısından mer­mer döşeli bir köprü ile onüç basamak mermer merdivenden inilerek girilir. Bah­çe giriş kapısında Hacopulos'un ad ve so­yadının ilk harflerinin içice geçmiş "KH" monogramları göze çarpmaktadır. Kârgir bir bodrum kat üzerinde 3 ahşap kattan ibaret yüksek bir yapıdır, orta sofalı plan­lıdır. Girişe göre soldaki kârgir kule üze­rinde seyir balkonu bulunmaktadır. Sekiz sütunlu giriş, birinci katta balkon, ikinci katta ise kapalı bir mekân biçimindedir. İkinci katta, dört ahşap sütun üzerine oturtulmuş büyük bir balkon vardır. Oda­ların ve sofaların bütün tavanları kabart­ma ve kalemkârî nakışlarla süslüdür. Bi­rinci katta 4 büyük oda, ikinci katta 10 oda, üçüncü katta 9 oda vardır. Otel oldu­ğu zaman eklendiği tahmin edilen bir de çatı katı vardır.
Zamanla oldukça yıpranmış olan yapı, 1960'dan itibaren onarım görmeye başla­mıştır. Beyaz yağlıboya ile boyanmış, de­ğerli masa ve avizeleri İstanbul'a taşınmış olan köşkün duvar ve tavan süslemelerin­den bir bölümü durmaktadır. (Bk. ADALAR KA YMAKAML1ĞI).
Limanı ve rıhtımı bulunan Hacopulos Köşkü'nün denize kadar uzanan geniş bahçesi, eskiden her çeşit meyva ve çiçek ağaçları, palmiye ve çam ağaçlarıyla süs­lüydü. Köşke girildiğinde, sol taraftaki oda (günümüzde Adalar İlçe Nüfus Müdürlü­ğü) misafir odası, sağındaki de piyanolu müzik odası idi (günümüzde Sulh Hakim­liği). Girişin karşısındaki üç odadan orta­daki ve onun solundaki av odası (günü­müzde Mahkeme Kalemi), sağındaki ise yemek salonu idi (günümüzde Sulh Mah­keme Salonu). Bu salonun ortasında altın kaplamalı yemek masası vardı. Salonun duvarlarını doldurulmuş av hayvanları süslemekteydi. Nadide halılarla kaplı bulunan merdivenlerle çıkılan ikinci ve üçün­cü katlarda yatak odaları ve divanhane, en üst katta da hizmetkârların yatak odaları bulunmaktaydı. Görkemli köşkün bütün salon ve odaları eşsiz kristal ve avizelerle süslüydü. Deniz tarafındaki arka kapıdan çıkılınca, denize doğru uzanan geniş koru­da, sol yanda bir şapel vardı. Denize yakın, günümüzde de ayakta duran küçük köşkte Hacopulos Ailesi'nin yakınlarından yeni evlenenler veya günübirlik gelen konuklar kalırlardı.
(Tarih Boyunca İstanbul Adaları, Cilt I, sf. 277-279)
Köşkün renkli süslemeli tavanlarından biri.
(Kaynak: Tarih Boyunca İstanbul Adaları)


Büyükada'da, Çankaya (Nizam) Caddesi'nin üzerinde bulunmakta, günümüzde Adalar İlçesi'nin, kaymakamlığı ve diğer resmi daireleri barındıran hükümet kona­ğı olarak kullanılmaktadır.
Adalarda bulunan köşklerin en büyük­lerinden ve en görkemlilerinden olan bu yapı, 19- yy'ın ikinci yansında inşa ettiril­miştir; daha sonra, dönemin ileri gelen tüccarlanndan ve bankerlerinden Kiryako Hacopulo'nun malikânesi olmuştur. I. Dünya Savaşı'ndan sonra hazineye intikal eden, işgal yıllarında da Büyük Emperyal Oteli olarak kullanılan köşk 1927'de hü­kümet konağına dönüştürülmüştür.
Caddenin kuzey (deniz) yakasında, set­ler halinde deniz kıyısına kadar inen ge­niş bir bahçenin içinde yer almaktadır. Kesme taştan mamul babaların kuşattığı bahçe kapısının, süslemeli demir kanatla­rında Kiryako Hacopulo'nun inisyalleri (HK) göze çarpar. Büyük boyutlu köşk, kagir bir bodrum üzerine oturan üç ahşap kat ile kısmi bir çatı katından oluşur. Ça­tı katının, yapının otel olarak kullanıldığı yıllarda eklendiği anlaşılmaktadır. Çağda­şı olduğu sivil mimarlık eserlerinin büyük çoğunluğu gibi, Hacopulo Köşkü' nün ta­sarımında da geleneksel orta sofalı plan şemasının uygulandığı, buna karşılık cep­helerde ve iç mekânlarda bulunan mima­ri ayrıntılarda ve süsleme öğelerinde dö­nemin eklektik zevkinin egemen olduğu gözlenmektedir.
Bodrum katı servis birimlerine, zemin kat çeşitli salonlara, birinci kat yatak odalarına, ikinci kat ise hizmetkâr odalarına tahsis edilmiştir. Köşkün, güneye (cadde­ye) ve kuzeye (denize) bakan cepheleri­nin ekseninde, içerdeki sofalara tekabül eden çıkmalar yer almakta, söz konusu çıkmalar zemin kat ile birinci katta bal­kon olarak değerlendirilmiş bulunmakta­dır. Doğu cephesinde çıkıntı yapan, yarım sekizgen planlı, kagir merdiven kulesinin üzerine ahşap bir cihannüma oturtulmuştur. Silindir biçimindeki cihannüma çepe­çevre balkonla kuşatılmış, söz konusu bal­kon, alttan konsollarla desteklenen ahşap direklerin taşıdığı, sekiz köşeli bir saçak­la gölgelendirilmiştir.
Bu açıdan köşkün cihannüma kısmı görülmektedir.
(Kaynak: Tarih Boyunca İstanbul Adaları)

Köşkün barındırdığı mekânların duvar­larında ve tavanlarında kartonpiyer, yağlıboya ve kalem işi tekniklerinin görüldü­ğü zengin bir süsleme programı uygulan­mıştır. Özellikle zemin kattaki sofayı ku­şatan ve belirli fonksiyonlara tahsis edil­miş salonlarda (müzik salonu, av salonu, yemek salonu, misafir salonu), mekânın anlamı ile ilişkili tasvirler dikkati çeker. Tavanların birçoğunda görülen kasetler, antik Yunan mimarisinden alınma yumur­ta frizleri ile donatılmış, bunların ortasındaki yuvarlak madalyonların içine çeşitli figüratif tasvirler ile stilize edilmiş bitki­sel motiflerden oluşan göbekler yerleşti­rilmiştir. Köşkün bahçesinde Hacopulo ailesinin kullandığı küçük bir şapel ile deniz kıyısına yakın bir misafir köşkü bulunmaktadır.
Bibl. Tuğlacı, İstanbul Adaları, I, 277-279.
M. BAHA TANMAN
(Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, III;481a)

İLİASKO KÖŞKÜ


Köşkün ön cephesi (1972).
(Kaynak: Tarih Boyunca İstanbul Adaları)



Büyükada'da, Çankaya (Nizam) Caddesi' nin kuzey (deniz) tarafında yer almaktadır.
Galata'nın tanınmış bankerlerinden Konstantinos İlyasko tarafından 19. yy'ın son çeyreğinde inşa ettirilen, 20. yy'ın baş­larında da II. Abdülhamid'in "kurenâsından" (yakın adamlarından) Arab izzet Paşa'nın (ö. 1924) mülkiyetine geçen köşk, paşanın varisleri tarafından 1976'da bir in­şaat şirketine satılmış, iki yıl sonra yıktırı­larak yerine, aynı boyutlara ve cephelere sahip bir yazlık konut yapılmıştır. Ünlü Sovyet devrimcisi L. Troçki (ö. 1940), mül­teci olarak İstanbul'da kaldığı sürenin (1929-1933) büyük bir kısmını, ailesi ve yardımcıları ile birlikte, sıkı bir polis koruması altında bu köşkte geçirmiş, Haya­tım adlı otobiyografisini, Stalin aleyhtarı faaliyetlerini yürüttüğü bu köşkte kaleme almıştır. Troçki'nin ikameti sırasında, Şubat 1931'de bir suikast sonucu olduğu anlaşılan yangında köşkün üst katı harap olmuş ve sonradan onarılmıştır.
Sovyet devrimci Leon Troçki
(Kaynak: Tarih Boyunca İstanbul Adaları)

Bir bodrum katı üzerine oturan ve kıs­mi bir çatı katı ile donatılmış olan iki kat­lı köşk kagir duvarlı ve ahşap döşemeli­dir. Setler halinde deniz kıyısına kadar inen geniş bir bahçenin, caddeye komşu olan en üst setine yerleştirilen yapı, kuzey-güney doğrultusunda gelişen bir eksene göre simetrik olarak tasarlanmıştır. Caddeye bakan giriş (güney) cephesinde, zemin kat sofasına açılan kapı, tam ortada, geri­ye çekilmiş olan kesimde yer almakta, bu girintinin üstü bir balkon şeklinde değer­lendirilmiş bulunmaktadır. Denize bakan kuzey cephesinin ortasında da, üstü revakla örtülü bir sahanlık yer almakta, al­tında bodrum katına açılan, yuvarlak ke­merli bir kapı ile iki yuvarlak pencerenin bulunduğu bu sahanlıktan, çift kollu mer­divenlerle bahçeye inilmektedir. Revak üzerine oturan teras, ayrıca merdivenler, mermerden yontulmuş baklavalı korku­luklarla sınırlandırılmıştır. Neoklasik üs­lubu yansıtan cephelerde ve revakta an­tik Yunan ve Rönesans mimarilerinden alınma ayrıntılar gözlenir. Revağın sütunla­rı Toskana tipinde başlıklarla donatılmış, bunların üzerine, kilit taşları çıkıntılı yu­varlak kemerler yerleştirilmiş, zemin kat­taki kapılar ve pencereler de aynı türde kemerlerle taçlandırılmıştır. Dikdörtgen olan üst kat pencereleri ise üçgen alınlık­lar (frontonlar) ile dikkati çeker. Cepheler­deki bütün açıklıkların söveleri beyaz mermerdendir.
Köşkün iç tasarımında "karnıyarak" ta­bir edilen orta sofalı planın uygulandığı, zemin kattaki salonlar ile üst kattaki ya­tak odalannın, katların ekseninde uzanan sofalara açıldığı, sofaların uçlarına da her iki cephedeki balkonların yerleştirildiği anlaşılmaktadır. Bugünkü bina inşa edi­lirken cephelerdeki ayrıntılar bozulmuş, salonların ve yatak odalarının tavanlarında yer aldığı bilinen yağlıboya bezemeler ve tablolar da ortadan kalkmıştır.

Bibl. Tuğlacı, İstanbul Adaları, I, 286-295.
M. BAHA TANMAN
(Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, IV;160b)

Köşkün arka (deniz) cephesi (1972).
(Kaynak: Tarih Boyunca İstanbul Adaları)


Çankaya caddesinde 9762 m2'lik bir alanda eskiden yer alan 52 numaralı bod­rum katı ile birlikte üç katlı, çatı arası ve bahçesi bulunan yarı ahşap köşk, ilk sahi­bi Konstantinos İliaskos'tan, yüzyılımızın başlarında, gayrimeşru yollarla Arab İzzet Paşa'ya, onun ölümünden sonra oğlu Abdurrahman Elabet'e (Eylül 1928), ondan hibe yoluyla oğlu Mehmet Raşit Elabet'e (8 Şubat 1957), onun da ölümünden sonra varisleri Hatice Mediha, Behiye Reya Elabet, Ömer İzzet Ferit Elabet ve Nimet Verda Elavet'e (20 Mayıs 1976) geçmiş, onlardan da Arma Yapı ve İnşaat Ticaret A.Ş. tarafından satın alınmıştır (20 Mayıs 1976). Birinci sınıf eski eser niteliğindeki köşk, bu tarihte ifraz görüp acımasızca yıktırılarak (28 Haziran 1978) yerine 1101 m2lik bir alanda adı geçen şirket tarafın­dan ve Mimar Erdem Hamami marifetiyle bugünkü şekliyle kârgir olarak yeniden in­şa edildikten sonra kat mülkiyetine çevril­miştir (23 Aralık 1980). Görkem ve güzelli­ğinin yanısıra köşk, ünlü Sovyet devrimci­si Troçki’nin Büyükada'daki ilk konutu olması bakımından da apayrı bir önem taşımaktaydı. Köşkün yıktırılmaması için, çeyrek yüzyıl kadar yaz aylarında kiracı olarak burada oturmuş olan (1950-1976) Osman Nebioğlu'nun İstanbul vilayeti ve Ta­rihi Eserleri Koruma Derneği'ne yaptığı ihbar ve uyarılar sonuç vermemiştir.
Bildiğimiz kadarıyla içi ortaçağına ait bir İtalyan sarayını andıran köşkün tavan­larına yağlıboya nefis tablolar resmedil­mişti. Hele büyük salon tavanının bir kö­şesinde, hatırlarız, koltuğa uzanmış çıplak bir kadın figürünün çevresinde kanatlı melekler uçuşuyordu.
Köşke, çam, selvi, kestane, incir, armut, erik ve defne ağaçlarının yetiştiği geniş üst bahçeden varılıyordu. Köşkün giriş kapı­sının önündeki avluda fıskiyeli bir mer­mer havuz vardı. Havuzun oturduğu siyah ve beyaz desenlerle süslü mermerden olu­şan bir zeminden bir kaç basamak aşağıya indikten sonra, kendinizi köşkün, her iki yanında mermer sütunlar bulunan giriş kapısında buluyordunuz. Hemen karşını­za gelen geniş bir salona açılan üç büyük odadan soldaki misafir kabul odası, karşı­nıza gelen renkli kabartma meyva süsle­meli karton piyerleri olan yemek odası, soldaki ise dinlenme odasıydı. Bodrum katında, giriş katı salonunun tam altına isabet eden bölümde, büyük bir sarnıç, mutfak, şarap mahzeni ve mermer tekneli geniş çamaşırhane ve ayrıca müs­tahdem odaları bulunuyordu. Köşkün de­nize bakan bahçesine, geniş mermer bir balkonun her iki yanındaki merdivenleriyle inilebiliyordu. Bahçede motorlu bir su kuyusu vardı. Köşkün sahilinde eskiden bir rıhtımla bir iskele bulunuyordu. Bah­çede eskiden mevcut olan ahşap ev, bah­çıvan eviydi. Paşa'nın vasiyeti gereğince bahçıvan, ailesiyle birlikte, köşk ve arazisi ifraz görüp bugünkü sahiplerine satılıncaya kadar bu evde oturdu. Köşkün ikinci katı Troçki'nin konutu olduğu sıralarda yandığından onarılmıştı. Bu katta bir hol 4 oda, bir banyo ve bir de mutfak vardı.
(Tarih Boyunca İstanbul Adaları, Cilt I, sf. 286-289)


PANAYİA (Meryem Ana) KİLİSESİ


Panayia Rum Ortodoks Kilisesi Çan kulesi.
(Kaynak: Tarih Boyunca İstanbul Adaları)


Bir kapı­sı çarşı çaddesinde (Balıkçıl Cad.) diğer ka­pısı arabacılar meydanına açılır. Panayia Kilisesi üç yortuya atfedilir. a) Meryem Ana'nın doğumu (26 Ekim); b) Meryem Ana'nın Madebe girmesi (21 Kasım), c) Meryem Ana'nın ölümü (15 Ağustos). Mer­yem Ana'nın ölümüne adanmış olan bu kilisenin bulunduğu yer, Ada'nın eski mezarlık alanıdır. Bahçesinde eski tapınakların bazı sütun başlıktan göze çarpmaktadır.
Panayia Rum Ortodoks Kilisesi iç görünüş.
(Kaynak: Tarih Boyunca İstanbul Adaları)

Dikdörtgen planlı olan bu kilise, üç neften oluşmaktadır. Basit nartekse, Arabacı­lar meydanından Yedinci Balıkçıl caddesi­ne açılan avludan 13 basamakla inilir. Arabacılar meydanı düzenlenirken kilise aşağıda kaldığından 7 basamak eklenmiştir. Yan nefler orta nefden yedişer ahşap sü­tunla ayrılmıştır. Orta ve yan nefler düz tavanlı ve beşik çatılıdır; ikonostasion, despot tahtı ve vaiz kürsüsü (ambon) ah­şap oymalıdır. Dış duvarları taş olan kili­senin Arabacılar meydanına açılan altı penceresi ve yüksek bir çan kulesi vardır.
(Tarih Boyunca İstanbul Adaları, Cilt I, sf. 176

SABUNCAKİS KÖŞKÜ


Sabuncakis Köşkü'nün cephesindeki üçgen göz ve ışık sembolü.
(Kaynak: Tarih Boyunca İstanbul Adaları)


Büyükada'da, Maden semtinde, Yılmaz Türk Caddesi'nin doğu (deniz) tarafında yer almaktadır.
II. Abdülhamid dönemi (1876-1909) zenginleriııden Yorgi Sabuncakis Efendi tarafından 1904'te inşa ettirilen köşkün ta­sarımını Atina Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Fotiadis, in­şaatını da Simota Kalfa üstlenmiştir. Bir bodrum kat ile iki esas kattan meydana ge­len kagir köşkün tasarımı eski Yunan kay­naklı neoklasik üslubu yansıtmakta, bazı mimari ayrıntılarında ve bezeme progra­mında, Y. Sabuncakis'in mensup olduğu masonluğun simgeleri dikkati çekmektedir.
Masonluğun simgesi olan gönye ve pergel (1975).
(Kaynak: Tarih Boyunca İstanbul Adaları)
Bir tür yazlık mason locası şeklinde dü­şünülen köşkün ana girişi, arsanın eğimin­den ötürü birinci (üst) katta yer almakta, cadde kotundaki bir köprü birinci katın önündeki (batısındaki) terasa ulaşmakta­dır. Cephenin ortasında ileri doğru taşan ve yapıya bir antik Yunan tapınağı görünü­mü kazandıran teras, Korint başlıklı dört sütuna oturan üçgen bir alınlık (fronton) ile taçlaıidırılmıştır. Köşelerdeki sütunlar kare, diğer ikisi daire kesitlidir. Sütunlara, oturan lentonun sol köşesine yeni rakam­larla, sağ köşesine de eski rakamlarla köşkün inşa tarihi (1904) yazılmış, damlalık ve yumurta frizlerinin çerçevelediği frontonun üst kesimine, çevresine ışıklar sa­çan bir göz tasviri yerleştirilmiştir. Ayrı­ca frontonun köşelerine küçük akroterler, tepe noktasına da, üzerinde bir akroter bulunan ve sembolik kabartmalar içeren, sivri kemerli bir tür stel kondurulmuştur. Stelin alt kısmında yan yana beş adet akasya ağacı sıralanmakta, bunun üzerin­de, antitetik konumda, taçlı bir erkek ile bir kadın figürü, aralarında bir kovan ile bir arı kabartması teşhis edilmektedir. Köş­kün dış kapılarında da dökümden mamul arı kabartmaları vardır. Sabuncakis Köş­kü, caddeden algılanabilen bu ilginç un­surlarından dolayı halk arasında ''Arılı Ev", "Gözlü Ev" ve "Köprülü Ev" adlarıyla ta­nınmıştır.
Yılmaz Türk Caddesinden görünüş.
(Kaynak: Tarih Boyunca İstanbul Adaları)
Köşkün batı cephesindeki teras yanlara doğru balkonlarla uzatılmış, gerek teras gerekse de balkonlar, kare kesitli payelere oturtulmuştur. Sıvalı olan cepheler kat ara­sı silmeleri ile üç kesime ayrılmış, köşe­ler Korint başlıklı pilastrlar ile belirlenmiş, saçak silmesi birer damlalık frizi ve yumur­ta frizi ile zenginleştirilmiştir. Dikdörtgen açıklıklı kapı ve pencerelerin üzerinde ba­sık kemerli alınlıklar yer almaktadır. Bi­rinci katta, girişin ekseninde büyük boyut­lu, dikdörtgen planlı bir salon bulunur. Sa­lonun tavanının ortasında, sekizgen prizma biçiminde bir kasnağın üzerinde ahşap bir kubbe yükselmekteydi. Gökkubbeyi tem­sil eden bu mimari öğenin iç yüzeyi mavi boyalı olup kubbenin merkezinde dört ana yön ile dört ara yöne işaret eden yazılarla üç tane kırlangıç resmi bulunmaktaydı. Ay­rıca kasnağı kuşatan aynalı tonozun yüzey­lerinde eski Mısır, Asur-Finike, Yunan-Roma ve Hindu mitolojilerinin kutsal üçlü­leri resmedilmiştir. Köşkün, tasarımında ve sembolik nitelikli bezeme programında odak noktasını oluşturan bu tonoz-kasnak-kubbe kuruluşu 1971'de çıkan bir yangında ortadan kalkmıştır.
Bibl. Tuğlacı, İstanbul Adaları, I, 396-401.
M. BAHA TANMAN
(Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, VI;382a)


Evin ön cephesi (1975).
(Kaynak: Tarih Boyunca İstanbul Adaları)

Yılmaz Türk Caddesinde (Maden) 2112 m2.lik bir alanda yer alan 23 numa­ralı üç katlı bahçeli köşk, Büyükada'nın «Beyaz Sarayı» denilebilecek kadar zarif bir mimariye sahiptir. Yapım tarihi 1904 olan ve halk arasında «Gözlü Ev», «Köp­rülü Ev», «Arılı Ev» olarak da anılan köşk, II. Abdülhamid sarayı mensupların­dan Halep'li Yorgi Sapuncakis Efendi tarafından Atina Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Fotiadis'e Grek tarzında kagir olarak inşa ettirilmiştir. Yapının kalfası Simota'dır. Sapuncakis'ten Bayan Anastasiadis'e, on­dan da hazineye geçen (1924) köşk, daha sonra Selanik Mevlevi Şeyhi Ali Eşref Bey'in oğlu ve Sadreddin Bey'in eşi Mu­zaffer Hanıma (Bağrım) (10 Kasım 1930) geçmiştir. 1959'da ifraz gören köşk, 1095 m2'ye inmiştir. 1972'de büyük bir yangın geçiren köşk, bugünkü şekliyle onarım görmüştür.
Binanın iki dış kapıları üzerinde demir dökümden yapılmış 16 arı vardır (ön kapıda 10, yan kapıda 6). Binanın girişin­de taşıyıcı nitelikte olan ikisi yuvarlak, iki­si dikdörtgen dört sütundan başka, alt katta da üst balkonu taşıyan dikdörtgen dört sütun bulunmaktadır.
Kapı önü çıkıntısının üzerinde bir üçgenin çizilmiş olduğu görülür. Üçgenin içinde bir göz resmi vardır ve gözün çevresinde ışığın parıldadığını ifade eden çizgiler bulunmaktadır. Üçgen üstünde bir levha ve levhanın üst bölümünde bir ar ilgi çekmektedir. Yapıdan girildiğinde büyük dikdörtgen salon tavanının orta­sında eskiden 8 pencere ile aydınlatılan ahşap bir kubbe bulunmaktaydı. Kubbe­nin tam ortasında doğu, batı, kuzey ve gü­neyi gösteren rüzgâr gülü ve uçuşan üç kırlangıç resmedilmişti. Kubbenin iç duvarları gök mavisi rengindeydi. Kubbe­nin altı bölümünde dört ayrı inanışı sim­geleyen freskler bulunuyordu. Salona giriş kapısı tarafındaki duvarda Jüpiter, Apollus ve Mars canlandınlmıştı. Jüpiter resminin yanında daha küçük harflerle parantez içinde (yapıcı), Apollus adı ya­nında parantez içinde (koruyucu) ve Mars'ın yanında ise, yine parantez içinde (yıkıcı) terimleri yazılmıştı. Bu yazıların altında daha küçük yazılarla Yunan-Romen üçlüsünün simgesel resimleri ibaresi okunmaktaydı. Tam karşı duvarda Baal Charnin (yapıcı), Azerbaal (koruyucu), Asdraubal (yıkıcı) yazıları okunmakta ve altında Asur-Finike üçlüsünün simgesel resimleri ibaresi yer almaktaydı. Sağ du­vardaki resimde Ammon (yapıcı), Apis (koruyucu), Osiris (yıkıcı) yazıları bulun­maktaydı. Sol duvardaki resimde ise, Brahma (yaratıcı), Vişnu (koruyucu) ve Siva (yıkıcı) yazıları yer almakta ve altında da Mısır-Teb üçlüsünün simgesel resimle­ri ibaresi okunmaktaydı. Bu fresklerin fo­nu gök mavisi olup çeşitli tonda mavi çi­çeklerle çerçevelenmişti. Tanrılarda ege­men renkler kırmızı, turuncu ve kahve­rengiydi.
Binanın giriş kapısının üstünde büyükçe bir taş gözükür. Taşın üzerinde 5 akasya ağacı bir erkekle bir kadın, bir arı kova­nı ve bir arı ilgiyi çekmektedir. Erkeğin başında taç vardır.
(Tarih Boyunca İstanbul Adaları, Cilt I, sf 396)

MİZZİ KÖŞKÜ


Çankaya Caddesi, Mizzi Köşkü, 1930'lar.
(Kaynak: Çelik Gülersoy, Büyükada Dün/Yesterday)

Büyükada'da, Çankaya (Nizam) Caddesi üzerinde yer alan bu köşk, 19. yy'ın ikin­ci yarısında. Maltız kökenli George Mizzi tarafından inşa ettirilmiştir. Miras ve satış yoluyla çeşitli şahıslar arasında el değişti­ren, 1930-1940 arasında otel (San Remo Oteli) olarak kullanılan yapı günümüz­de yazlık konut olarak kullanılmaktadır.
Halk arasında "Kırmızı Kuleli Köşk" ve "Al Palas" adlarıyla tanınan Mizzi Köşkü, İstanbul'un mimari geleneğine hiç uyma­yan ve bazı ayrıntılarıyla İngiliz malikanelerini, kimi ayrıntılarıyla da ortaçağ şato­larını hatırlatan eklektik bir görünüme sa­hiptir. Biri bodrum olmak üzere, üç katlı kagir yapının duvarları kırmızı renkli pre­se tuğlalarla örülmüş, duvarların dış yü­zeyi sıvanmayarak, özenli bir işçilik arz eden bu örgü cephelere yansıtılmıştır. Köşkün girişi, ön cepheden geriye çekil­miş olan verandada yer alır. Söz konusu verandanın açıklığı, mermer sütunlara otu­ran üç adet basık kemerle geçilmiş, sü­tunların üzerine iyon nizamında başlıklar oturtulmuştur. Sütunların arasında kalan üç açıklıktan ortadaki merdivenlerle donatıl­mış, yandakiler geometrik taksimatlı kor­kuluklarla sınırlandırılmıştır. Verandaya açılan giriş ile bunun yanlarında sıralanan pencereler yuvarlak kemerlidir. Verandanın sağında ve solunda, basık kemerli, ince uzun birer pencere görülür. Üst kat­ta veranda kemerlerinin hizasında yer alan üçlü pencere grupları, 19. yy'da özellikle İzmir ve civarındaki Rum evlerinde görü­len çıkmaları hatırlatan bir tasarım sergiler. Üst katta, köşkün sağ köşesi pahlanarak buraya bir teras yerleştirilmiş, verandanın solundaki pencerenin üzerine de in­ce uzun bir pencere açılmıştır.
Giriş cephesinden bakıldığında köşkün solunda yükselen kare kesitli kule bir burç görünümündedir. Tasarımına egemen olan bu yabancılığa rağmen son dönem Os­manlı köşklerindeki cihannüma modası­nın çerçevesinde değerlendirilebilen bu kulede, zemin kat hizasında basık kemer­li bir pencere, üst kat hizasında, önü bal­kon şeklinde değerlendirilmiş ve bir saçak­la taçlandırılmış, dikdörtgen açıkhklı bir kapı bulunmaktadır. Bu ilginç balkon yan­lardan korkuluk duvarları ile kuşatılmış, önüne, kıvrımlı dallardan oluşan madeni bir korkuluk konmuş, saçak ise iri konsol­larla desteklenmiştir. Saçağın bitiminde başlayan ve merdiveni aydınlatan üç adet dar ve uzun pencere kulenin diğer cep­helerinde de tekrar edilmiştir. Köşkün ikinci sahibi Giovanni Mizzi tarafından ku­lenin üzerine, içinde bir teleskopun bu­lunduğu, çepeçevre camla kaplı, kendi ek­seni etrafında dönebilen bir rasathane ku­lesinin yaptırıldığı bilinmektedir. 

Bibl. Tuğlacı, İstanbul Adaları, I, 349-350.
M. BAHA TANMAN

(Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, V;478b)



Mizzi Köşkü, 1980.
(Kaynak: Çelik Gülersoy, Büyükada Dün/Yesterday)


Çankaya Caddesinde (Nizam) 2085 m2'lik bir alanda yer alan 29/1 numaralı üç katlı bahçeli kârgir kuleli kırmızı köşk, ilk sahibi İngiliz uyruklu Maltız George Mizzi'den satış yoluyla Giovanni Mizzi ile eşi Giovannina'ya, onların ölümünden sonra oğullan Salvatore ve eşi Helena ile Spiridon ve eşi Catherina (Caruana) Mizzi'ye, Joseph kızı Mary’ye (Mayıs 1889), Lewis Mizzi oğlu Oswald'a, Sidney kızı Manana Lewis Mizzi eşi Amalia ile Emilia’nın kocası Levon Serviçen'e (26 Mayıs 1937), onlardan da satış yoluyla varisleri Salamon kızı Jantile, otelci David kızı Donna ve Hayim oğlu Jak Beyo'ya (1 Temmuz 1954) geçmiştir.
Köşkün solunda görülen dört köşeli kulenin tepesinde Giovanni Mizzi tarafın­dan, ikinci bir kule daha yaptırılmıştı. Bu kule, her yanı camla çevrilmiş olan otoma­tik bir döner rasathane kulesiydi. Astronomi'ye özel merakı olan Mizzi, berrak gökyüzülü yaz gecelerinde buradan teles­kopla yıldızları seyrederdi.
On yıl sureyle otel olarak kullanılmış olan (1930-1940) köşk, İkinci Dünya Sava­şı ve daha sonraki yıllarda kapalı kalmış 1952’de yeniden açılarak günümüze ka­dar yaz aylarında oda oda ailelere kiraya verilegelmiştir. Halen bir sayfiye konutu olarak kullanılan ve bir zamanlar "San Remo" oteli adını taşımış olan köşk, gü­nümüzde "Al Palas” olarak anılmaktadır.
(Tarih Boyunca İstanbul Adaları, Cilt I, sf 349)

AYİOS YEORYİOS (Ayia Yorgi) MANASTIRI


Ayios Yeoryios (Ayia Yorgi) Manastırı:
Büyükada'nın en yüksek tepesi olan ve gü­neye bakan 202 metre yüksekliğindeki bir tepenin (Ayia Yorgi Tepesi = Yüce Tepe) üzerine kurulmuş olan bu manastır, halk arasında "Kudunas” veya “Çıngıraklı Ma­nastır" diye anılmıştır. Manastırın ilk kuruluşu hakkında kesin bilgiye sahip değiliz.
Dileği olanlar 5 Mayıs'ı 6 Mayıs'a bağla­yan gece, Luna Park'tan (Birlik Meydanı) 25 dakikada sarp ve taşlı bir patikadan yalın­ayak Ayia Yorgi Manastın'na çıkarak gece­yi orada dua ile geçirirler. Ziyaretçiler güç­lükle tırmandıkları bu tepede kendilerini sayısız ve çeşitli Akdeniz bitkisinin çevreledi­ği şahane bir tabiatın kucağında bulurlar. 200 metre yükseklikteki bu tepede çevrenin pitoresk güzelliği şaşırtıcı ve büyüleyicidir.
Ayia Yorgi
(Kaynak: Çelik Gülersoy, Büyükada Dün/Yesterday)

Ayia Yorgi tepesinin manzarası ve kilise­nin mistik havası bütün ziyaretçileri büyük ölçüde etkiler. XIX. yüzyıl yarısında Adalar'ı gezmiş olan Yunanlı tarihçi Skarlatos Vizantios “I Konstantinopolis"'adlı eserin­de duygu ve düşüncelerini şöyle dile getirmektedir: "Kudunas adı ile bilinen bu ma­nastırın kilisesine sürekli olarak iyileşmeleri için ruh ve sinir hastaları getirilir. Bu tepenin yüksekliğinde görünüm, Heybeli 'Ayia Triada'da olduğu gibi geniş bir alana yayılır. An­cak burada Ayia Triada'ya göre daha yakın olması sebebiyle Bitinya kıyısını ve Annibal'ın mezarını ve Velisarios'un semtini, sı­cak su termallerini görmek ve devamlı olarak İstanbul yönünde seyrederek yüzlerce tarla­nın ve ellerin yaratmış olduğu Tanrı nimetlerini İstanbul'a taşıyan çektirmeleri görmek, çektirmelerdeki denizcilerin yol boyunca çalarak teselli buldukları çalgıların seslerini duymak mümkündür. Bu tekneleri izleyen ve çevrelerinde dalıp çıkan yunus sürülerini gö­rüp gülümsemek ve daha gerilere giderek Pers ordusu olsun, Yunan, Romalı, Haçlı, Bizanslı veya Türk olsun, orduların karşı kı­yılardaki harekatlarını, o kıtada cereyan eden hanedan değişikliklerini ve milletlerin hâkimiyetlerini birbirlerine kabul ettirme çabalarını akla getirmek de mümkündür. Burada bir insan kendi kendine, yaşamı bo­yunca diğer insanlara karşı ne yaptığı sorusu­nu sorar. Bütün bu düşünceleri bu yörenin kutsallığı yaratmaktadır. Bu düşünceler an­cak, kanatlarında insan belleğini çok eskile­re, sevmiş olduğu kişilere götüren rüzgârın sesi ile kesilebilir.
Ayia Yorgi'nin eski ibadet yerinde, ma­nastır papazına iyileşmek için teslim edilen bedbaht akıl hastalarının bağlandığı demir halkalar hala görülmektedir. Daha hafif hastalar, öndeki ahşap binada kalırlardı. Ki­lise içindeki en önemli eşyalardan biri Ayia Yorgi ikonasıdır. Altın kaplamalı olup yal­nız yüz bölümü açıktır. Üzerinde 606'da ya­pıldığı yazılı ise de bunu kanıtlayan bir belge yoktur. Bu ikona, II. Jüsten (565-578) tara­fından kurulan Maden'deki Kadınlar Ma­nastırı'na getirilmiştir. Daha sonra "Ayia iri­ni" adı ile ün bulan bu manastır, 1453'de Baltaoğlu Süleyman Bey tarafından Ada­lardın zaptı sırasında yıkılmıştır.
II. Nikiforos Fokas tarafından 963 yılın­da kurulduğu söylenebilen Ayios Yeoryios Manastırı, üç kat halinde beş ayrı kilise ve şapelden (Ayios Yeoryios I, Ayios Yeoryios II, Ayia Apostoli, Ayios Haralambos, Ayia Vlaherna) başka, bugün boş olan manastır binalarından oluşuyordu.
Adalıların bir inancına göre, sonradan yı­kılmış olan Ayia Yorgi Manastırı ve kilisesi, IV. Murad devrinde (1623-1640) bir çoban tarafından bulunmuştur. Söylentiye göre, sürüsünü otlatmakta olan bir çoban, bugün­kü manastırın bulunduğu yerde, belirli za­manlarda duyduğu at nalı sesleri ve çalılar arasında bulduğu Ayia Yorgi ikonası dola­yısıyla buraya gelmiştir. Bir başka söylenti­ye göre de, yine IV. Murad devrinde bir ye­niçeri ağasının 17-18 yaşlarındaki sağır ve dilsiz kızını gezdirmek ve hava aldırmak için buraya gelmişler. Kızcağız yorulup da yere uzanarak başını yere koyunca, toprağın al­tından bir ses duymuş ve o anda dili çözüle­rek "Burayı kazın" demiş. Kazmışlar ve bu­günkü kilisede duran ünlü Ayia Yorgi ikonosını bulmuşlar ve orada Ayia Yorgi kilise­sini kurmuşlardır (1625).
Ayia Yorgi Manastırı IV. Haçlı Seferi sı­rasında yağma edilerek (1203) yakılıp yıkıl­mış ve rahiplerle Adanın ileri gelenleri iş­kence görmüşlerdir. Bu olay sırasında ra­hipler, Haçlıların eline geçmemesi için Ayia Yorgi ikonası ile adak çıngıraklarını top­rağa gömmüşler, yağmurdan korumak için de Kutsal Masa'yı üzerine kapatmış­lardır. IV. Murad devrinde bulunan ikona bu ikonadır.
Fener Patrikhanesinde saklı bir fermana göre, 1751'de Ayia Yorgi yöresinde bir ma­nastır kurulmasına girişilmiş ve burada iki katlı, kiremit örtülü bir kilise ve dua odaları ile papaz odaları inşa edilmiş ve Patrik II. Serafim zamanında Patrikhaneye bağlan­mıştır (1776). Tepede çan kulesinin hemen arkasındaki kesme taştan yapılmış olan kili­se ise, 1905'te inşa edilmiş, 1909'da açılışı yapılmış yeni Ayia Yorgi kilisesidir.
Ayia Yorgi Manastırı'nın bakımını, Peleponez'deki Ayia Lavra Manastın'na bırakılması konusunda Patrikhane’den izin is­tenmiş; fakat bu Ayia Lavra Manastırı'ndakiler hiç ilgilenmediklerinden, manastırın bakımı 178l'de İstanbul Bakkallar Cemiyetine bırakılmış; bir süre sonra da cemiyet Patrik IV. Gavril zamanında tekrar Ayia Lavra Manas­tın'na terkedilmiştir. Bu işlem patrikhane tarafından onaylanmış, manastırın hüccet ve senetleri o zamanki rahip Antimos üzeri­ne yapılmıştır. 1807'de Ayia Lavra Manastın'ndakiler, bağlı oldukları Kadıköy Metropolitliğine bir mektup yazarak Ayia Yor­gi nin ruhani reislikleri altına girmesini iste­mişlerdir. O tarihden beri bu manastırın pa­pazları Ayia Lavra Manastırı tarafından atanırlar. Manastır XIX. yüzyıl başlarından itibaren 1914'e kadar Ortodokslar tarafın­dan deliler yurdu olarak da kullanılmıştır.
Ayia Yorgi Manastır kilisesine giriş (1971)
(Kaynak: Tarih Boyunca İstanbul Adaları)
Ayia Yorgi Manastırı Kilisesi. İç görünüş.
(Kaynak: Tarih Boyunca İstanbul Adaları)

Ayios Yeoryios (Ayia Yorgi) Kilisesi: 
Ay­nı azizin adım taşıyan manastırda olan kili­se, manastırın sol yanında, salaş kır gazino­nun hemen altındadır. Önünde bahçe ve onun girişinde, çan kulesi bulunur. Gerek çan kulesi gerekse kilise,kesme taştan yapıl­mıştır. Dikdörtgen planlı, üç nefli ve dön duvar üzerine kiremit örtülü bir çatıdan iba­ret olan ve 1901 yılında Rum Patriği V. Konstantinos'un Bâb-ı Âli'ye verdiği bir dilekçe üzerine yapımına izin verilen kili­senin yapımı Büyükada Rum Cemaatinin maddî yardımları ve 106 yaşındaki rahip Dionisios'un çabalarıyla tamamlandı (1906). Patriğin ikinci başvurusu üzerine çan kulesinin yapımına da izin verildi.
Ayia Yorgi Manastır Kilisenin Çan kulesi.
(Kaynak: Tarih Boyunca İstanbul Adaları)

Kilisede yan nefler, dörder sütunla orta neften ayrılırlar. Absid bölümü dıştan bir altıgenin yarısı biçiminde, içten ise daire­seldir. Mermer sütunlar kemerlerle birbirlerine ve duvarlara bağlanırlar. Açık­lıklar çapraz tonozla, abdis bölümü yarım kubbe ile örtülüdür.Kırma çatısı kiremit örtülüdür. Narteks bölümü yoktur. Abside göre sağ yan nefte açıklıkların aksına isabet eden beş kemerli pencere sol yan nefte ise giriş kapısının sağında ve solun­da ikişer pencere vardır. Soldaki pencere­lerin absid yanındakinin altında bir kapı daha bulunur. Kiliseye kuzey yanındaki çan kulesinin altından geçilerek bahçeye açılan yan kapıdan girilir. Batı yönündeki kapısı bir terasa açılır, kapının iki yanında birer pencere vardır. Absidin önündeki mermer ikonostasion, değerli ikonalarla süslüdür. Bunların en önemlisi gümüş Ayia Yorgi ikonasıdır. IV. Murad devrin­de bulunan bu ikonanın 1500 yıllık oldu­ğu ve Ayia Yorgi kilisesine Maden'deki Kadınlar Manastırı'ndan getirildiği söyle­nir. Ayia Yorgi'nin at üzerinde ejderhayı öldürüşü betimlenmektedir. Genel kurala bağlı olarak ikonostasiondan abside açı­lan kapının sağında Hz. İsa, onun da so­lunda bir başka Ayia Yorgi ikonası bulun­maktadır. Terasa açılan kapının üzerinde duvar boyunca büyük bir tablo Hz. İsa'nın çevresinde toplanmış 12 havarisi ile bir halk kütlesini betimlemektedir. Giriş ka­pısının hemen sağındaki sütunda birkaç basamakla çıkılan ahşap ve oymalı vaiz kürsüsü (ambon) vardır. Aynca kilise duvarlarında ve ikonostasion üzerinde çeşitli ikonalar, Aziz Pandaleimon'un gümüş bir kutu içinde saklanan eli, Azize Evgenia'nın yine gümüş bir kutu içinde saklı bulunan bir parçası ve bazı azizlerin mumyalarının parçalan bulunur.
Çan kulesinin sağından üzeri örtülü bir taşlığa girilir. Taşlığın sol yanından üst kata çıkılır. Üst kat ve sağdaki alt kat kiliseye ait konut yapısıdır, taş ve ahşap karışımıdır. Taşlıktan üç basamakla büyük kilisenin ar­ka terasına çıkılır, sağdan ise 23 basamakla aşağı bahçeye inilir. İnişin sağında Ayios Haralambos kilisesini, Ayios Yeoryios'un eski dua yerini, ayazmayı ve Havariler şa­pelini barındıran beşik çatılı, kiremit örtülü basit küçük bir bina ile inişin solunda büyük kilisenin terasının altına isabet eden bir hüc­rede Vlaherna Meryemi'ne ait Bizanz yapısı şapel bulunur. Beş basamaklı taş merdiven­le inilen yaklaşık 4X5 metre Ölçüsünde kü­çük bir hücredir. Beşik tonoz örtülüdür. Döşemesi mermerdir, nişler açılmış olan duvarlar ve tonoz, düzensizdir.
(Tarih Boyunca İstanbul Adaları, Cilt I, sf 167-171)

BÜYÜKADA RUM YETİMHANESİ


Büyükada'nın Hristo (İsa) Tepesi'ndedir. 1898-1899 arasında bir Fransız şirketi tarafından otel olarak inşa edilmiştir. Mi­marı, dönemin ünlü mimarlarından Alexandre Vallaury'dir. Yapı günümüz­de Fener Patrikhanesi'nin kontrolü altın­dadır.
"Prinkipo Palas" adi altında otel ola­rak işletilmek üzere tasarlanan ve inşa edilen yapı, devrin yönetiminden gerekli iznin alınamaması üzerine, Eleni Zarifi adlı bir Rum kadın tarafından satın alı­nır. O tarihe kadar Yedikule'deki Balıklı Rum Hastanesi'nde işlevini sürdürmekte ' olan yetimhane 1902'de buraya taşınmıştır. I. Dünya Savaşı yıllarında Kuleli Askeri Mektebi'nin yerleştiği yapı, daha sonraları işgal kuvvetleri tarafından ada ya yollanan Rus göçmenlerini barındırır. Yetimhane daha sonra Heybeliada'ya nakledilmiş, 1960'lı yıllarda da kapatıl­mış, o tarihten günümüze kadar da yapı boş ve bakımsız kalmıştır.
Görkemli ve etkileyici bir mimariye sahip olan Büyükada Rum Yetimhanesi ahşap karkas sistemde inşa edilmiştir. Yapı, yan bölümlerinde 6, diğer bölümlerinde 5 katlıdır. Cephe mimarisi ola­bildiğince sadedir. Birbiri üzerine tek­rarlanan çıkmalar ile cephelere hareket­lilik getirilmeye çalışılmıştır. Tiyatro sa­lonundaki iç mekan ahşap süsleme detaylarına karşılık, diğer iç mekanlarda sade bir mimari hakimdir.
Büyükada Rum Yetimhanesi'nin bah­çesinde önceleri idare binası olarak inşa edilen, daha sonraları ise ilkokul olarak kullanılan bir yapı daha mevcuttur.
OĞUZ CEYLAN
(Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, II;354a)
Büyükada Rum Yetimhanesi
(Kaynak: Çelik Gülersoy, Büyükada Dün/Yesterday)


Büyükadada İsa Tepesinde (Hristosda) dır. İstanbul’da ilk rum yetimhanesi 1853 yılında patrik Dördüncü Yermanos tarafından Balıklı Rum Hastanesinde kurulmuşdur; 1901 de patrik Üçüncü Yovakim çocukları hastane muhitinden kurtarmak için, Büyükada­da yeni inşa edilmiş olan bu büyük ve konfor­lu binaya naklettirmişdir.
İsa Tepesindeki bu binaya gelince, 1890 -1900 arasında bir fransız şirketi tarafından Monte Carlo kumarhanesi ayarında bir lüks otel-kumarhane olarak inşa edilmişdir. Bü­yük bir koru-park içindeki yeri patrikhaneden satın alınmıştı; burada bir manastır bulunu­yordu. Bu manastır kadim bir Bizans manas­tırının yerine 1597 de inşa edilmiş olup 1869 da tamir edilmiş bulunuyordu. Fakat İkinci Sultan Abdülhamid, Fransız şirketine Büyüka­da’da bir otel-kumarhane işletme izni verme­miş, bunun üzerine yeni muazzam bina rum zenginlerinden Eleni Zarifi adında hayırsever bir kadın tarafından satın alınarak patrikha­neye hibe edilmiş, patrik Yovakim de Balıklı­’daki yetimhaneyi Büyükada’daki bu binaya naklettirmişdi. 102 metrelik bir cebhesi olan bina 210 oda ve salonu ihtiva eden azametli bir yapıdır. Medhalinde kurucuları ile mües­seseye mühim bağışlarda bulunanların isimle­rini ihtiva eden bir şeref levhası vardır; şu isimler okunur: «Patrik IV. Yermanos, Patrik III. Yovakim, Andreas Singros, Eleni Zarifi, A. Yorgiadis, K. E. Sevastopolos, K. S. Arya-dapulos, H. Avranopulos.
Birinci Cihan Harbi içinde askeri işgal al­tına alınan bina, harp sonunda bir müddet Alman esirleri ile Rus muhacirlerine misafirhane olarak kullanılmışdı.
Yetimhanede rum Ortodoks  cemaatine mensup anasız babasız, yahut aynı cemaatten gaayet fakir ailelerin çocukları bakılmakta­dır; bir çocuğun buraya alınması için diğer bir şart da mutlaka İstanbul, Bozcaada veya İmroz ahalisinden olacakdır. Evvelce bu yetimhanede binden fazla çocuk bulunmuş iken son senelerde iki yüzü geçmemekdedir; 1962 yılında 173 ilkokul öğrencisi, 15 sabi, ve İstanbul rum orta okulları ile liselerinde tahsillerine devam ederek burada barınan yetişkin genç bulunuyordu.
Yetimhanede sesli sinema makinası bulunan büyük bir tiyatro salonu vardır; haftada kı­şın iki, yazın bir defa terbiyevi filmler göste­rilir ve senenin muayyen günlerinde müsamereler tertip edilir. Bir reviri vardır, haftada iki gün tıbbi muayene yapılır. Bir oyun salo­nu, bir müze, Türkçe ve Rumca kitapları ihti­va eden bir kitaplık vardır; bir de altı sınıflı hususi bir ilk okulu vardır. Daha önceleri sa­nata hevesli çocuklar için bir marangozhanesi, bir demirci atölyesi ve bir de kundurahanesi bulunuyordu, 1927 den sonra her neden ise bu atölyeler kapatıldı, yalnız ilk okul kaldı.
Binanın 210 oda ve salonundan ancak yet­mişi kullanılmaktadır, yapılalı beri en küçük bir tamir görmemişdir. Bu binanın yıktırılarak müessesenin bünyesine uygun yeni bir bi­nanın inşası için projeler ve planlar hazırlan­mış olduğu halde parasızlık dolayısı ile tatbik sahasına geçilememişdir; zira senelik tahsisatı pek cüzi olan bu yetimhane, rum cemaati ara­sından toplanan ianelerle ve gaayet güçlükle
idare edilmektedir. Müessesenin başında çok namuslu ve büyük feragat sahibi insanlar var­dır, bunlar arasında bilhassa yetimhane mü­dürü Bay Hiristo Mavrofidis değerli bir mürebbidir.
İlkokul — Muazzam yetimhane binası­nın arka tarafında iki katlı ahşap bir yapı­dır; yetimhane bir otel-kumarhane olarak in­şa edilirken bu ahşap bina da otelin idarehanesi olarak yapılmışdır. 1958’de yetimhanenin değerli müdürü Hiristo Mavrofidis tarafından tamir ve tadil ettirilerek ilk okul haline konmuştur, daha önce dersler yetimhanenin mü­talaa salonunda verilmekte idi.
Müdür odası ile 1., 2. ve 3. sınıflar alt katda, muallimler odası ile 4. 5. ve 6. sınıflar da üst katda yerleştirilmişdir. Bu ilkokulu bi­tiren, tahsile heves ve istidadı olan çocuklar şehir içindeki rum ortaokul ve liselerine gön­derilirler, bütün tahsil masrafları yetimhane­ce görülür ve geceleri de yetimhaneye gelip barınırlar; müdürden gayri 3 Türk ve 5 Kum muallimi vardır.
Hakkı GÖKTÜRK
(Reşad Ekrem koçu, İstanbul Ansiklopedisi, sf.3209-3210)
Yetimhanenin ön cephesi (1975)
(Kaynak: Tarih Boyunca İstanbul Adaları sf.459)

Yapının tepeden görünüşü (1975)
(Kaynak: Tarih Boyunca İstanbul Adaları sf.459)